Silikon Vadisi Yöneticilerinin Çocuklarının Gittiği Waldorf Okulunda Sıfır Teknoloji!

0 302

 

Teknolojinin hızla geliştiği, bilginin sürekli değiştiği ve bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu günümüzde tüm dünyada okulların rolü sorgulanır oldu. Günümüzde okullar nasıl dönüşmeli tartışmasının yanında öğrenciden beklenenler, öğretmenin işlevi ve öğrenmenin yöntemi de tartışılması gereken konu başlıkları olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadığımız çağ, geçmiş öğrenmelerle eğitime yön vermenin zorluğunu ortaya koyuyor. Artık makine başında çalışacak işçiler yetiştirmek yerine geleceğin makinelerini hayal eden ve tasarlayan bireyler yetiştirmek arayışına girildiği günleri yaşıyoruz.

Bu süreçte ülkemizin eğitimine dair görüş belirtirken dünyada dikkat çeken okul modellerini görmenin ve bu okulların uygulamalarını yerinde incelemenin bizler için harika bir öğrenme fırsatı olacağını düşündük.

Bu amaçla, “Öğrenme Yolculuğu” adını verdikleri bir ABD seyahatine çıkan Eğitimpedia kurucusu Ali Koç ve Eğitimpedia yazarı Müjdat Ataman, Elon Musk’ın kurduğu Ad Astra School, “Silikon vadisi yöneticileri çocuklarını neden teknoloji girmeyen bir okula gönderiyor?” sorusuna kaynaklık eden Waldorf School of the Peninsula; performans sanatçıları Blue Man Group tarafından kurulan Ken Robinson’un da danışmanlık yaptığı Blue School ve Khan Academy tarafından kurulan Khan Lab School gibi yenilikçi okulları ziyaret etti.

İşte, bu öğrenme yolculuğunun ilk durağı olan Waldorf School of the Peninsula…

Teknolojinin gerçekten girmediği bir okul

Amerika’daki büyük teknoloji şirketlerine ev sahipliği yapan Silikon Vadisi bölgesinde iki farklı kampüsü olan Waldorf School of the Peninsula’nın 250 öğrencili ilkokul kampüsündeyiz. Bahçe içindeki tek katlı bir binadan oluşan okul barışçıl iklimi, rahat ve özgür öğrencileri, sıcakkanlı ve içten öğretmenleriyle karşılıyor bizi. Şeffaf ve sıcak mimarisiyle gezdiğimiz tüm okullar içinde en güzel okul binasına sahip olan Waldorf School of the Peninsula, sınıfların büyüklüğü ve içindeki öğrenme iklimi ile çok iyi bir okul hissi veriyor.

Burası 1984 yılında kurulmuş bir veli inisiyatifi okulu. Dolayısıyla topluluk duygusu ve ruhu çok güçlü. Microsoft’da yönetici olan bir veli şu an geçici olarak okulu yönetiyor. Veliler ağırlıklı olarak yüksek teknoloji şirketlerinde çalışıyor. Bu okulu tercih etme sebepleri, teknolojinin ileri yaşlarda da çok kolay öğrenebilecek bir şey olduğuna, sosyal ve duygusal gelişimin ise belli bir yaştan sonra daha zor olduğuna inanmaları. Çocuklar 8. sınıftan itibaren teknolojiyle tanışmaya başlıyor. Waldorf eğitim sistemine göre teknolojiyle tanışmanın bir çağı var, tıpkı insanlık tarihi gibi. Çocuğun bu yaşı beklemesi gerektiğini düşünüyorlar.

Öğrenme motivasyonunu çok önemsiyorlar ve bu motivasyonun öğretmenin istemesiyle, ailenin istemesiyle ya da yüksek not aramakla ilgisi olmadığını biliyorlar. Tüm çabaları öğrenme merakı ve heyecanının iç motivasyondan kaynaklanmasını sağlamak. Waldorf eğitimine ait bir yaklaşım olarak tahta (akıllı değil kara tahta!) ve ders kitabı anlayışı okulun en çok göze çarpan detayları.

Her çocuk kendi ders kitabını yazıyor

Çocuklar ders kitabı kullanmıyor, bunun yerine her çocuğun kendi defteri bulunuyor. Çocuklar tahtadaki bilgileri defterlerine kopyalamıyorlar. Öğrendiklerini, keşfettiklerini defterlerine kendileri üreterek geçiriyorlar. Her çocuğun defterinde farklı bir şey görüyorsunuz. Konu aynı olsa da, ifade şekilleri farklı. Biz çocukları ders kitabından sorumlu tutuyoruz ve her çocuğa aynı kitabı veriyoruz. Orada her çocuk kendi kitabını yazıyor. Bu defterlerde çocuğun neyi öğrendiğini, nasıl öğrendiğini görüyorsunuz, sürecini ve bilgiyi nasıl inşa ettiğini takip ediyorsunuz. Yılın sonu geldiğinde çocuk o yılın kitabını kendi yazmış oluyor. Birinci sınıftan 12’inci sınıfa kadar bu defterleri tutuyor çocuklar. Bütün öğrenme bu defterler üzerine kurulu. İlkokul defterleri daha az sayfalı, ortalarda karalamalar var ama 7’inci sınıf ve sonrasına gelince defterler bildiğiniz sanat eserine dönüşüyor. Çocukların çizdiği resimlerle, eklediği bilgilerle, çıkarımlarıyla bu defterler okulun en güzel detayı.

Öğretmenlerin tahta kullanımı da hayranlık verici. Renkli tebeşir kullanan öğretmenler tahtalarda adeta sanat eseri yaratıyorlar. Öğretmenler bu anlamda öğrencilere rol model oluyor ve onu alımlayan bir öğrenci defterini de öyle kullanıyor.

Matematiği bile hikayelerle öğretiyorlar

Eğitimde hikayelerden yola çıkıyorlar. Müfredat hikayeler üzerine kurulu, çünkü hikayeleri en temel öğrenme motivasyonu olarak görüyorlar. Bütün dersler, matematik ve fen bile doğa ve insanlık tarihi üzerinden ilerliyor. Tüm hikayeler çocuğun yaşının getirdiği psikolojik evreye hitap ediyor. Çocuğun farklı değerleri fark etmeye başladığı ikinci sınıftan itibaren masalları ve farklı mitolojileri kullanıyorlar. Altıncı sınıftan itibaren hikayeler, gerçek insanların hikayelerine dönüşmeye başlıyor. Örneğin ergenliğin başladığı ortaokul döneminde ortaçağa giriş yapılıyor. Ortaokulun da tıpkı ortaçağ gibi bir arayış dönemi olduğunu düşünüyorlar. Hikayelere dayalı bir eğitim doğru mu yanlış mı tartışılır ama çok güçlü bir bakış açısını ortaya koyduğu kesin. Tüm sistemi bunun üzerine inşa etmişler. Bunu da derin derin tartışarak yapıyorlar.

Ödev ve sınav bu tarz okulların o kadar gündeminde değil ki bu konuları konuşmadık bile. Okulda böyle bir hayat yok. Ödevle çocuğa sorumluluk vermek peşinde değiller. Çocuğun öğrenme isteğinin artması, hayatının sorumluluğunu alması her şeyden önemli. Uzun yıllar boyunca not sistemi kullanmayan okulda, velilerin talebi üzerine lisede not sistemine geçilmiş. Ancak lisede notlar sadece üniversite için gerektiği için var ve üzerinde çok fazla durulmuyor. Çocuklara yönelik değerlendirme raporları hala en önemli kriter.

Çocukların bizim gibi kitaptan değil, duyuları aracılığıyla öğrendiklerini düşündükleri için duyuların gelişimini çok önemsiyorlar. Örgü ve dikiş dikmek bu yüzden müfredatın önemli bir parçası.

Sekizinci sınıftan önce bilgisayar yok

Çocuklar bilgisayarla 8’inci sınıfta tanışıyorlar. Çocuğa teknolojiyi, “Şu butona basarsan böyle olur” şeklinde öğretmiyorlar. Bilgisayarların gerçekten ne olduğunu, insanlık tarihi bağlamında anlamalarını sağlıyorlar. Çocuklar bilgisayarlarla tanışınca ilk olarak sadece üretim amacıyla kullanıyorlar. E-mail yazmak, Word ve Excel kullanmak gibi. 9’uncu sınıfta ise kaynakları ve internette arama yapmayı çalışıyorlar. Ancak yine de eğitim programları internette arama yaparak ulaşılan kaynaklara değil, her zaman birincil kaynaklara yani bireysel gözleme dayanıyor. Örneğin ülke tarihini öğrenirken öğrenciler mutlaka o bölgeye gidiyor, orada yaşananları o bölgedeki kaynaklardan öğreniyorlar. Özet olarak asla bilgisayarlar aracılığıyla öğretmiyorlar. Çünkü öğrenmenin duygusal yönü dolayısıyla öğretmen etkileşimini çok önemsiyorlar.

Okulla ilgili öne çıkan bazı detayları şöyle sıralayabiliriz:

-Sınıflar karma yaş değil.

-Okulda doğal malzeme kullanımı çok belirgin.

-Öğrenciler bahçeye sıklıkla çıkıyorlar. (Bu arada okulun bahçıvanı bir Türk)

-Okul paralı ama kar amacı gütmüyor.

-Okulda öğretmen olmanın şartı eğitim fakültesi mezunu olmak ve üç yıllık Waldorf eğitimi almak. Aday öğretmeni, okulun öğretmenleri izliyor ve alıma onlar karar veriyorlar.

-Rutinler önemli. Çocuğu serbest bırakmaktan anladıkları tamamen özgür bırakmak değil, doğru rutinlerle öz disiplin kazandırmak.

-Bizim gittiğimiz kampüste anaokulundan 5’inci sınıfa kadar, diğer kampüste ise 6’ıncı sınıftan 12’inci sınıfa kadar öğrenci var.

-Birinci sınıf 7 yaşında başlıyor.

-Sınıflar yaklaşık 20-26 kişilik.

-Aynı öğretmen bir sınıfı birinci sınıftan sekizinci sınıfa kadar okutuyor.

-Özel gereksinimli öğrenci bulunmuyor.

-Dersler 2 saatlik bloklar şeklinde yapılıyor. Ama çocuklar bu iki saati oturarak geçirmiyorlar. Yaklaşık her yirmi dakikada bir yeni aktivite yapılıyor. Çocuklar şarkı söylüyor, resim çiziyor, proje yapıyorlar. Bolca hareket var.

kaynak: www.egitimpedia.com

Leave A Reply

Your email address will not be published.